ANKARA-BHA
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde gerçekleştirilen 10. Anadolu Medya Ödülleri programında konuştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasından öne çıkan ifadeler şu şekilde:
“Burada öncelikle bir hususa dikkatinizi çekmek isterim. Özgür, sorumlu ve milli basın insanımızın doğru bilgilendirilmesinin yanı sıra milli iradenin de en önemli destekçilerinden biridir. Bu yıl 10’uncusunu düzenlediğimiz ve artık geleneksel hale gelen bu toplantıları sadece marifet sahiplerini taltif ettiğimiz bir ödül töreni olarak görmüyoruz. Yalanın ve dezenformasyonun etrafı kuşattığı bir dönemde hak ve hakikat mücadelesine gönül vermiş medya mensuplarımızla dayanışmamızın bir simgesi olarak görüyoruz. Bu buluşmalar vesilesiyle aynı zamanda mücadele azmimizi perçinliyor, yol arkadaşlığımızı daha ileri taşıyoruz.
Bakınız değerli arkadaşlar, yarım asırdır milletin huzurunda olan bir siyasetçiyim. 81 vilayetimizi hem de pek çok kez adeta karış karış gezdim. Toplumun tüm kesimleriyle bir araya geldim, hasbihal ettim. Halkın içinden gelen bir siyasetçi olarak şunu çok iyi biliyorum. Sadece Ankara ve İstanbul’da değil, ülkemizin dört bir yanında canını dişine takarak çeşitli mecralarda çalışan basın emekçisi arkadaşlarımız var. Hakkın, hakikatin, adaletin birer neferi olarak gördüğüm bu kardeşlerimizin ne denli zor şartlar altında görev yaptığının en yakın şahidiyim. Yalnızca ekonomik imkansızlıklarla değil, mahalli medyamız çoğu zaman yerel derebeyleri ile de mücadele etmek zorunda kalıyor. Zaman zaman mahalli basın kuruluşlarının maruz kaldığı saldırılara, tehdit ve baskılara üzülerek tanıklık ediyorum.
Bir defa şunu kimse aklından çıkarmamalıdır. Gurur kaynağımız olan Anadolu medyası adını taşıdığı Anadolu kadar bu topraklara aittir, bu toprakların vazgeçilmez bir parçasıdır. Yazılı ve görsel medyanın kılcal damarları durumunda olan sizlerin varlığı günümüzde çok daha hayati ve değerli hale gelmiştir. Bu çatı altında güç birliği yapan siz kardeşlerimiz halka ve halkın gerçek gündemine daha yakın, vatandaşla etkileşime daha açık bir konumda yer alıyorsunuz. Anadolu Medyasının varlığı ve ayakta kalması bizim çok çok önem verdiğimiz bir konu. Dolayısıyla Anadolu’nun tertemiz vicdanını temsil eden siz medya mensuplarımızla bugün bir kez daha aynı havayı solumaktan duyduğum memnuniyeti hasleten ifade ediyorum.
Programımız vesilesiyle görüyoruz ki hakikatin peşinde koşanlar, doğrunun izini sürenler, dördüncü kuvvet olmanın ağır yükünü taşımaya çalışanlar sadece haber yapmaz. Bu şuurla hareket edenler aynı zamanda tarihe not düşer, sessiz yığınların sesi olur. Giderek kutuplaşan medya düzeninde özgün ve özgür bir duruş sergiler.
Anadolu Yayıncılar Derneği toplam 320 mahalli ve bölgesel radyoyu, televizyonu, gazeteyi, dergiyi bir araya getirerek basın sektöründe işte böyle önemli bir boşluğu doldurmaktadır. Her zaman söylediğim gibi Anadolu medyası varsa milletin sesi vardır. Anadolu medyasının sesi gür çıktığı müddetçe inşallah demokrasimiz de serpilecek, sağlam temeller üzerinde yükselmeye devam edecektir. Varlığınızı ve yerine getirdiğiniz vazifeyi çok değerli bulduğumu burada bir kere daha altını çizerek söylemek istiyorum. Rabbimden her birinize üstün başarılar diliyorum.
Bütün bunları meselelerin uzağında bir isim olarak söylemiyorum. Tam tersine siyasi hayatında defalarca medyanın gadrine uğramış, itibar suikastlarına maruz kalmış, vesayetçi ve tek sesli medya düzeninin sıkıntılarını iliklerine kadar hissetmiş bir kardeşiniz olarak dillendiriyorum. Manşetlerle çarpışa çarpışa geldik. Bunu söylerken hamaset olsun diye değil, gerçeğin ta kendisi olduğu için ifade ediyoruz. Bundan 25-30 yıl öncesinin manşetlerine şöyle bir göz attığınızda Türkiye’nin nereden nereye geldiğini sizler de gayet net göreceksiniz.
Bilhassa 28 Şubat dönemindeki korkunç medya atmosferini hiçbirimiz hatırlamak dahi istemiyoruz. Manşetler vasıtasıyla doğrudan hükümete ayar verildiği, lise ve ortaokul çağındaki çocukların öcü gibi gösterildiği, İmam Hatip okullarının önünde sözde gazetecilerin nöbet tuttuğu, vesayetçiler adına siyasetçilerin her gün pervasızca örselendiği, köşe yazarlarının jurnalcilik yapmayı gururla anlattığı o karanlık, o utanç verici günleri artık geride bırakmaktan memnuniyet duyuyoruz. Biliyorum. Eski imtiyazlı statülerini kaybedenler yine itiraz edecek. Ama kim ne derse desin Türkiye bugün 2002 öncesine göre daha özgür, daha zengin, daha münbit, hiç tartışmasız çok daha serbest bir medya ekosistemine sahiptir. Hatta açık söyleyeyim, bu özgürlük ortamı çoğu zaman sorumsuzluk, kuralsızlık seviyesine kadar gitmektedir. Özellikle milli güvenliğe dair konularda ülkemizdeki basın kuruluşları Batı’daki meslektaşlarına nazaran daha rahat kalem oynatmaktadır. Batı’da bırakın açık açık yazmayı veya haber yapmayı, düşüncesinin bile imkansız olduğu hususlar gazetelerimizde kolaylıkla yazılabiliyor.
MİT tırlarının durdurulmasından 17-25 Aralık darbe girişimine, Gezi olaylarından ülkemizin terör örgütleriyle mücadelesine kadar bunu pek çok kez yaşadık. Devlet ve millet düşmanlığı gazetecilik faaliyeti gibi gösterildi. Türkiye hem de çok ahlaksız bir şekilde teröre destek veren bir ülke gibi lanse edildi. FETÖ’nün gazete ve televizyon kanalı kisvesiyle demokrasimize kastettiği nice operasyona maruz bırakıldık. Sırf hükümete saldırıyor diye FETÖ tetikçilerinin ülkemizdeki belli çevreler tarafından nasıl korunduğunu, biz FETÖ’yle kelle koltukta mücadele ederken muhalefetin örgüte nasıl sahip çıktığını da unutmadık. Bugün bugün güya basın özgürlüğü üzerinden bizi eleştirenlerle o gün FETÖ’ye kol kanat gerenler, dikkatinizi çekerim, aynı kesimlerdi. Değişen bir şey yok.
Burada şu hususun da üzerinde durmak istiyorum. Eline bir mikrofon, bir de kamera alanın kendini gazeteci ve muhabir olarak gördüğü bir ülkede yaşıyoruz. Geçtiğimiz günlerde şahit olduğumuz üzere bu şahıslar özellikle sokak röportajı adı altında sokaklarda adeta terör estirmektedir. Öyle ki mikrofonu kapan millete hakaret etme cüretini kendinde buluyor. Sorumlu yayıncılık ilkelerini zaten bir tarafta bıraktık. Bunları gözeten ve uygulayanların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Halkın nabzı ölçülmek, hissiyatına tercüman olmak yerine gerek provokatif sorularla gerekse sorunlu üslupla milletimiz açıkça tahrik ediliyor. İtibar suikastları ve hakaretler karşısında yargı harekete geçtiğinde ise bu sefer basın özgürlüğü denilerek yaygara kopartılıyor. Bunun kabul edilebilir hiçbir yanı yoktur. Nasıl bir cübbe giyen hakim, savcı, avukat olmuyorsa, nasıl bir üniforma giyen polis ve asker kabul edilmiyorsa, nasıl her stetoskop takana doktor demiyorsak, eline mikrofon ve kamera alıp sokağa çıkan herkes gazeteci değildir, basın mensubu değildir.
Milleti provoke eden, halkı galeyana getiren, hele hele insanımıza hakaret eden gazeteci olmaz, olsa da ona gazeteci denmez. Para kazanmak, 3-5 tık daha fazla almak gibi bahaneleri asla geçerli mazeretler olarak göremeyiz. Millete saygısı olmayanın yaptığı işe de saygısı olmaz. Gazetecilik mesleğinin itibarına da zarar veren bu sorunun üzerine önce basın mensuplarımız, sonra da ilgili kurumlarımız mutlaka gitmelidir.
Türk medyasındaki artan çeşitlilik ve renkliliğin vesayetçilerin gölgesine sığınarak güya gazetecilik yapanları rahatsız ettiğinin elbette farkındayız. Son 40-50 günde yaşananlar, ellerine fırsat geçtiğinde bunların nasıl bir faşist rüzgar estireceklerini bir kez daha göstermiştir. Onlara bugün şu atasözümüzü tekrar hatırlatmak isterim: Eskiye rağbet olsaydı bitpazarına nur yağardı.
Kimse kusura bakmasın. Birileri halen kabullenmek istemese de Yeni Türkiye’de artık eskiye rağbet kalmamıştır. Darbe bültenini aratmayan gazete çıkarılan, vesayetçilere manşetlerden selam çakılan, antidemokratik güç odaklarına sözcülük yapılan günler inşallah bir daha geri gelmemek üzere eskide kalmış, kötü bir anı olarak maziye karışmıştır.
Dördüncü kuvvet olarak demokrasimize güç veren medyanın, hükümetimize muhalif de olsa başımızın üstünde yeri vardır. Gerçeklere ayna tutan, bize yol gösteren bir medyayla siyasi hayatımızın hiçbir döneminde sorunumuz olmadı, bugün de olamaz. Yapıcı eleştiri, yapıcı muhalefet bizim her zaman ülkemizde görmeyi arzu ettiğimiz bir durumdur. Ama eskiden olduğu gibi medya sopasıyla siyaset kurumunu ve milleti hizaya sokmaya çalışanlara karşı da duruşumuz gayet nettir. Özellikle yabancı güçlerin operasyon aygıtı olarak toplum mühendisliğine heveslenen medyaya ne saygı duyarız ne müsamaha gösteririz. Hukuk ve demokrasi içinde bunlarla mücadelemizi 23 senedir olduğu gibi aynı kararlılıkla sürdürürüz.
Tekrar ediyorum. Biz 23 yılda gerçekleştirdiğimiz sessiz devrimler neticesinde ülkemizdeki medya ekosisteminin zenginleşmesinden son derece memnunuz. Bunun korunması ve güçlendirilmesi gerektiği inancındayız. Bizim itirazımız basın özgürlüğünün suistimal edilmesinedir. Türkiye’de basın özgürlüğü öne sürülerek yapılan haysiyet cellatlıklarının, yalan haberin, iftiranın, dezenformasyonunun Batı dahil dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde bu kadar sorumsuzca yapılması mümkün değildir. Hep beraber el ele verip bunu değiştirmek, medya ekosisteminin kalitesini artırmak mecburiyetindeyiz. Diğer türlü hem sosyal barışımız hem demokrasimiz hem de basınımızın itibarı ağır yara almaya devam edecektir. Sessiz yığınların sesi olan Anadolu medyasının bu konuda da elini taşın altına koymasını bekliyorum. Halkın asıl sorunlarını karartıp kendi gündemlerini dayatmayı gazetecilik zannedenlere karşı verdiği, özellikle bu varlığını ülkemiz için gerçek bir kazanç olarak görüyorum. Çünkü sizler doğru haberin, ilkeli duruşun, bağımsız, dürüst ve ahlaklı yayıncılığın Anadolu’daki temsilcilerisiniz. Bu millet size güveniyor, size inanıyor. Sizleri dikkatle takip ediyor.
Özgür Özel: Mektubu kalın kalın yazarak yollamışlar, okuduk cevabımız şudur…
Kaleminizden çıkan her cümle, mikrofonunuzdan yükselen her söz işte bu güvenin bir nişanesi olarak dalga dalga topluma yayılıyor. Bugüne kadar Anadolu Medyası olarak mesleki kaidelere ve etik kurallara uyma noktasında sergilediğiniz sorumlu ve örnek çalışmalarınızdan ötürü hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum.”